1. Ülkeler Sağlık Alanında İnovasyonu Ne Zaman desteklemeli?

Savaş ya da salgın hastalık felaketler sağlık dahil olmak üzere birçok sektörde inovasyon oranının artmasının önünü açar. Mevcut Covid-19 pandemisinde, çoğu ülkede solunum cihazı gibi kritik seviyedeki hastaların tedavisi için gerekli cihaz sayısının yetersiz kaldığını gördük.  Bu süreçte bir yandan da bu boşluğu doldurmak için bir takım girişimler yapıldığını da görüyoruz; hükümetin talebi üzerine üreticilerin ya da sanayinin üretimlerini farklı alanlara yönlendirmesi veya hızlandırması gibi…

Bu yaklaşım  1. ve 2. Dünya Savaşı sırasında otomotiv ve traktör firmalarının -çoğunlukla ağır sözleşmelerle- tank üretmeye başlamaları örneğinde olduğu gibi, beraberinde bazı zorluklar getirmektedir. Bu sefer dönüşümün ölçeği çok daha büyük ve çözüm bulmak için zaman çok daha kısa. Bu nedenle, dünyanın dört bir yanındaki projeler ile solunum cihazı prototipleri geliştirmeye çalışan bilim insanları ve girişimcilerin çabaları yakın zamanda sonuç verecektir. Prototiplerin hızlı üretilmesi ve maliyetlerin azaltılması için hali hazırda mevcut olan bileşenler ve 3D printing gibi teknolojiler kullanılmaktadır. Bu girişimci ve bilim insanlarından bazıları daha çok hayatın kurtarılması için bu planları cömert bir şekilde ihtiyacı olanlarla paylaşmaktalar.

Bu çabaların çoğunluğu kulağa hoş gelse de aşırı formalite ve başka menfaatler sebebiyle uygulanabilirliği sınırlı sayıda kalmaktadır. Hükümetlerin ve sağlık otoritelerinin kanuni düzenlemeleri ve satın alma politikalarını daha hızlı bir şekilde uyarlamaları gerekir. Böylece sağlık personeli hastaları tedavi etmek için getirilen yenilikçi çözümlerin arasında en iyilerini kullanabilir. Bunun üzerine, yeniliği getiren bilim insanı ya da girişimciler çabalarının ödüllendirildiğini görür ve vatandaşlar getirilen bu çözümlerin ne derece adil, şeffaf ve etkin olduğunu takip edebilirler.

Michele Coletti, Grenoble Ecole de Management İnovasyon Sistemleri ve Sürdürülebilir Kalkınma Uzmanı

2. Covid-19 ve Müşteri İlişkileri: Markaların Yüzleştiği Büyük Zorluk 

Her şey hapsedilmenin getirdiği tüketimdeki düşüşe bağlı gibi görünse de, markalar müşterileriyle ilişkileri geliştirmeye devam etmelidir. Markalar yeni fırsatlar belirleyerek ya da imajlarını olumlu yönde etkileyebilecek yaratıcı çözümler öneren sanatçılarla yeni ilişkiler geliştirerek bu bağlamdan faydalanabilirler.

“Marka yönetimi; kimliğin net stratejik tanımını gerektirir.”,  Kapferer (1992)
Marka yönetimi kimlik modelleri, özellikle iki boyut içerir:

  • Bir markanın eylemlerini tanımlayan değerleri oluşturan Kültür.
  • Bir markanın müşterileri ile geliştirdiği İlişki.

Bu boyutlar özellikle bu kriz döneminde vurgulanmaktadır. Birçok şirket dayanışma (temel faaliyetleriyle ve işleriyle ilgisi olmasa bile sağlıkla ilgili ürünler üretmek) gibi değerler ile yönetilmektedir. Dayanışma; şirketlerin sanatçıları yarattıkları ürünleri ve deneyimlerini müşterilerle paylaşmaya davet ettiklerinde de gösterilmektedir. Sanat, psikolojik refahı teşvik eden duyusal, estetik ve duygusal bir deneyimdir. Müşteriye sağladığı faydaların yanı sıra, ‘sanat aşılama etkisi’ ile marka bağlılığını da güçlendirir.

Tüketicilerin bir marka ile sahip olabileceği her türlü temas ve değişim sayesinde -elbette temel ürünleri aracılığıyla- aynı zamanda iletişim veya personeli aracılığıyla, müşteriler akılda kalıcı marka imajlarını geliştirir. Sanat sayesinde markalar sadece müşterileriyle olan ilişkilerini geliştirmez, aynı zamanda akıl sağlığına uygun beklenmedik etkiler de sağlayabilirler.

Marianela Fornerino & Caroline Cuny, Grenoble Ecole de Management Pazarlama Uzmanları

3. Yönetimsel Kontrol ile Çalışanın Özgürlüğü Arasındaki İdeal Dengeyi Bulmak ve Bunu Ofislerimize Döndüğümüzde de Korumak

Çalışanın uzaktan yönetilmesi çoğunlukla “körü körüne” yapılan bir eylemdir zira çalışan genel olarak canı ne isterse yapar. Bu “gözden uzak olma” durumunu azaltmanın 2 yolu vardır: Kontrol ya da güven.

Örneğin kontrol, çalışan klavyeden 10 dakikada uzakta kaldığında işverene otomatik bildirim gönderilmesi şeklinde sağlanabilir; bu tür bildirimler çalışanın sürekli klavye başında olmasını sağlar. Peki ya çalışan bu süre içersinde aslında kağıt kalem yardımı ile iş yeri ile ilgili bir sorun üzerinde düşünüyorsa?

Güven ise uzaktan çalışan kişiye özgürlük alanı tanımlanması ile kurulur. Uzaktan çalışmanın zorlukları tanımlandıktan sonra, uzaktan çalışma kriter ve göstergeleri bir çerçeve dahilinde tanımlanır ve tüm çalışanlar ihtiyaçlarına göre işlerinde bunları uygularlar. Liderliğe dair uygulamalar (faaliyetler üzerine geri bildirim vermek, toplantılar gibi) ve zaman çizelgeleri (hedefler ve teslim tarihleri) bu çerçeveye dahil edilebilir. Çalışan bu çerçeve içinde özgürdür, mobildir ve üretken olacaktır.

Kontrol etmek acı verir, güven ise tüm çabalara değer.
Bu özgürlük kültürünü ofislerimize geri döndüğümüzde neden yaşatmayalım?

Karim Benameur, Grenoble Ecole de Management İnsan Kaynakları Uzmanı

 


For original version of the article, please visit Grenoble Ecole de Management website:
https://en.grenoble-em.com/news-covid-19-weekly-update-experts-gem-issue-no4